BİTKİLERDEN İNSANA GELEN HAYAT - 2
Fotosentez yöntemi ile insanın tanıdığı en zehirli gazlardan biri olarak bilinen karbondioksiti, tümüyle kendi buluşu olan iki orjinal madde ile birleştiren bitkiler, bu metodla, bu güne kadar hiçbir insanın başaramadığı bir kimyasal dönüşümü gerçekleştirirler. Bir önceki ve bu yazımda anlattığım olaylar, büyük bir kısmı sır olarak kalmaya devam eden çok uzun bir işlemin, binlerce kez kısaltılmış halidir.
Vücut için bu kadar zehirli bir gazı, vücudun hayat kaynağı olan besinlere çevirmek, yaprağın içindeki bir hücrenin, bu hücrenin içindeki bir organelin, hatta bu onganelin metrenin yüz milyonda biri kadar küçük olan zar kısmının akledebileceği bir konu olduğunu iddia etmek, mantığa ne derece uygundur.
Bütün bu işlemlerin ötesinde bir de bu işlemleri gerçekleştiren yan görevliler yani enzimler vardır. Fotosentez olayının devamı için, bu olayın her basamağında ayrı bir enzimin görev alması gerekir. Gerçekten de ayrı ayrı uzmanlık alanları olan birçok enzim hücre içinde bir araya gelerek, güneş enerjisinin besinlere depo edilme olayının tam ve eksiksiz bir şekilde gerçekleşmesini sağlarlar.
İşte olağanüstü güzellikteki yeşil bir tabakanın altında olup biten bu olaylar, topluca tekbir hedefe yönelmişlerdir. Bu hedef güneşten dünyaya akan enerjiyi işleyip, kullanıma hazır hale getirmektir. Gerçekten de bu nasıl çalıştığı hala anlaşılamamış kompleks sistem sonucunda orataya çıkan ürün, insanların ve hayvanların yegane yaşam kaynağıdır.
Buradaki başdöndürücü olağanüstülük ise, insan hücresinin ve bitki hücresinin birbirlerini son derece iyi tanımaları ve sessiz bir işbirliği içinde olmalarıdır.
Bitki hücresini böyle bir çalışma içine girmesinin tek sebebi, güneş enerjisini insan hücresine sunabileceği hale getirmektir. Fakat bunu yaparken, insan vücudunun bu enerjiyi hangi şartlarda kabulleneceğini çok iyi bilerek yapar. Ve bu enerjiyi, vücudun tam onun kabulleneceği şekle sokar.
Buna karşılık insanın hücre yapısı da, bitkiden ona gelen enerji paketinin yapısına göre oluşmuştur. Adeta bu iki hücre birbirinin devamı gibidir. İnsan hücresi kendi içinde, bitkilerin enerji depoladığı besinleri alıp, kendi işine yarar hale getirecek bir kimyevi dönüşüm sistemi inşa etmiştir. Fakat insan hücresinin kendi içinde böyle sistemli bir merkez oluşturabilmesi için, vücut içine giren besinlerin birer enerji deposu olduğunu bilebilmesi gerekir. İşte bilim adamalarının cevaplayamadığı soru, insan hücresinin böyle bir bilgiye nasıl sahip olduğu sorusudur. İnsan hücreside enerji üretim merkezi mitokondri adıyla tanınır. Hücre, içeri giren enerji deposu besinleri anında tanır ve parçalamak üzere mitokondri denilen bölüme yollar. Mitokondri ise içinde enerji saklı olduğunu bildiği bu besinleri hemen parçalar.
Bu parçalamanın devamında yapılan işlem son derece karmaşık bir kimyasal dönüşümdür. Parçalamanın sonucunda ortaya çıkan enerji paketi tek başına hiçbir işe yaramayacaktır. Bunu bilen hücre mitokondri yoluyla, bu enerjiyi kullanabileceği bir yakıt cinsine çevirir.
Yüzlerce enzim ve hala bilinmeyen binlerce kimyasal işlem neticesinde güneş enerjisi bitkide başlayıp insan hücresinde son bulan bu yolcuğu tamamlamış olur. Bu yolculuk güneş enerjisini bir sürü ayrı şekle sokmuş ve sonunda insanın kaslarına, kalbine, böbreklerine hatta gözlerine kadar işleyen bir canlılık kaynağı haline dönüştürmüştür.
Bir bitki yaprağı, içinde neden güneş enerjisini besine depo edebilen bir sistem oluşturma gereği duysun ve bunun için gerekli teknik bilgiye nasıl sahip olsun? Elektron taşıma mekanizması yoluyla enerji hammaddesi oluşacağını nereden bilsin? Bu maddeleri karbondioksit ile birleştirerek şeker ve nişasta elde etmenin gerekliliğini neden hissetsin?
Bir insan hücresi, besinleri parçalama yoluyla enerji elde edebileceğini nasıl hesaplayabilir? Bu besinlere bitkilerin enerji depoladığı bilgileri ona nereden gelmiştir? Açığa çıkan enerjinin işine yaramayacağını hangi yolla öğrenmiştir ve bu enerjiyi işine yarar hale getirmenin sistemini nereden bilebilir?
Bütün bu sorular ve bunun gibi milyonlarca soru, evrimin maskesini düşüren vurucu darbeler niteliğindedir.
Evrimciler senelerini vererek yaptıkları araştırmalarla her seferinde kendi kurdukları tuzağa kendileri düşmüşlerdir. Çünkü yaptıkları her çalışmanın sonucu dünyaya bir kere daha yaratılışın delilerini göstermiş ve her ne kadar istemeseler de, yaratıcı bir gücün varlığını kabullenmekten başka hiçbir yol olmadığını tekrar görmüşlerdir.