PUSULASIZ YÖN BULMA SANATI
Yüzyıllardır, balıkların, kuşların, böceklerin ve diğer hayvanların, önceden belirledikleri bir bölgeye, inanılmaz uzaklıklar aşarak ulaşabiliyor olmaları insanları şaşırtmaya devam etmektedir. Alabalıklar da, yön bulma yetenekleri ile hayret uyandıran sayısız canlı türünden yalnızca biridir. Bu canlıların, doğdukları akarsuyu tanıyor olmalarının bilimsel ve mantıklı bir açıklaması bulunabileceği arayışına giren araştırmacılar yıllar süren bilimsel çalışmalarla uğraştılar.
Bu balıklar şaşılacak bir biçimde kilometrelerce süren ve çeşitli zorluk ve engellerle dolu olan uzun bir yolculuğu büyük bir zaferle atlatarak, doğdukları yere kaybolmaksızın geri dönebilirler. Onların, insanı hayrete düşüren, macera dolu bu yolculuklarının oldukça çarpıcı bir gelişimi vardır.
Doğdukları ırmağın tatlı ve sakin sularında bir süre yaşadıktan sonra, baharın gelmesi alabalıklar için yeni bir hayatın başlangıcı anlamına gelecektir. Tuzlu su yaşamına kolaylıkla uyum sağlamaları için gerekli fizyolojik olgunluğa ulaşmış ve 1500 km. sürecek uzun ve zorlu yolculukları için hepsi birden harekete geçerler. Artık yeni yuvaları olan Pasifik Okyanusunda 3 yıl boyunca beslenecek ve büyüyeceklerdir.
Göç etme zamanları geldiğinde ise, çiftleşmek için doğdukları yer olan ırmağa doğru yeni bir yolculuğa başlayacaklardır. Okyanusun dört bir yanından yola çıkan alabalıklar, Amerika'nın doğu sahillerine doğru akın ederler. Ancak dönüş yolu onlar için bir hayli zorlu geçecektir: Denizdeki balıkçı ağlarını, deniz aslanlarını, fokları ve katil balinaları atlatmayı başarıp Colombia ırmağının ağzına kadar ulaşanlar ise, bundan sonra 8 hidroelektrik barajı aşmak zorundadırlar. Irmağı besleyen çok sayıda akarsu ağzını da zorlanmadan geçtikten sonra, sola dönüp önlerinde bekleyen son birkaç girdabı aşarak, doğdukları durgun sulara varmış olurlar.
Herşeyden önce alabalıkların akıl almaz serüvenleriyle ilgili olarak yanıt bulunması gereken pek çok sorunun bulunduğu bir gerçektir. Onlar adeta başlarına gelecek olan her ayrıntıyı önceden biliyorlarmışcasına hareket etemektedirler. Her alabalığın, okyanusların tuzlu sularında doğmaları gerektiğine ait derin bir biyoloji bilgisine önceden vakıf olduğunu düşünmek pek de akıllıca olmayacaktır. Ne var ki, bu balıklar adı geçen bilgilerin tümünden haberdar olduklarına dair kuvvetli bir izlenim vermektedirler.
Doğduktan sonra hiçbir eğitim alamadan kendilerini kilometrelerce sürecek olan uzun bir yolculuğun içine atan alabalıklar, engin okyanus sularında nasıl olup da kaybolmaktadırlar? Onlara kılavuzluk eden yol göstericileri de olmadığı halde, tüm alabalıkların sanki bir yerden emir almışlarcasına, topluca hareket etmeleri de üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Alabalıkların sergiledikleri ustalıkla dolu işleri, evrim savunucularının yaptıkları gibi "içgüdü veya doğanın mucizesi" benzeri kuru isimlerle tanımlamak, doğru olmayan bir fikri sonuna kadar savunma yetisiyle şartlandırılmış ve gerçekleri bir türlü görmek istemeyen, önyargılı bir bakış açısının açık bir sonucudur. Bugüne kadar hiçbir evrim savunucusu, mantıklı bir açıklama getiremedikleri her olayda başvurdukları biricik kapı olan "içgüdünün" canlıların vücutlarının neresinde olduğunu gösterme cesaretinde bulunamamıştır. Bu önyargılı görüşleri hala savunma çabası içinde olanların yaptıkları, insanlığı Cenab-ı Allah'tan uzaklaştırmak amacıyla kainatta meydana gelen ve her biri birer iman hakikati olan olaylara kuru isimler takmaktan başkası değildir.
Onlar, bu tutumları ile Allah (C.C.)'ın sanatını kasıtlı olarak görmezden gelmektedirler. Sadece evrim savunucuları değil, Cenab-ı Allah'ın kadrini ve yüceliğini hakkıyla takdir edebilme üstünlüğünden yoksun başka insanlar da kainattaki kusursuzluklara gaflet penceresinden bakmaktadırlar. Üstad bu konudaki düşüncelerini şu sözleriyle ifade etmekedir:
"... Şu kitab-ı kebirin hurufatına "mana-yı harfi" ile, yani Allah hesabına bakmak lazım gelirken, öyle etmeyip "mana-yı ismi" ile, yani mevcudata mevcudat hesabına bakar, öyle bahseder. "Ne güzel yapılmış"a bedel "Ne güzeldir" der, çirkinleştirir. Bununla kainatı tahkir edip kendisine müşteki eder. Evet, dinsiz felsefe hakikatsiz bir safsatadır ve kainata bir tahkirdir." (Sözler, 12. Söz, Birinci Esas)
Ayrıca Üstad, birçok sözünde kainattaki hiçbir şeyin evrimci zihniyettekilerin iddia ettikleri gibi tesadüf eseri olmadığını, büyük bir hikmet ve gaye üzerine yaratıldığını ifade eder:
"Hem deme kendini başıboş zannetme. Zira şu misafirhane-i dünyada, nazar-ı hikmetle bakarsan, hiçbir şey nizamsız, gayesiz göremezsin. Nasıl sen nizamsız , gayesiz kalabilirsin? Zelzele gibi vakıalar olan şu hadisat-ı kevniye, tesadüf oyuncağı değiller. Mesela, zemine nebatat ve hayvanat envaından giydirilen, birbiri üstünde, birbiri içinde gayet muntazam ve gayet münakkaş gömlekler, baştan aşağıya kadar gayelerle, hikmetlerle müzeyyen, müncehhez olduklarını gördüğün ve gayet ali gayetler içinde kemal-i intizamla meczup mevlevi gibi devredip döndürmesini bildiğin halde, nasıl oluyor ki, küre-i arzın, beni Ademden, bahusus ehl-i imandan beğenmediği bir kısım etvar-ı gafletin sıklet-i maneviyesinden omuz silkmeye benzeyen zelzelel gibi mevtalud hadisat-ı hayatiyesini, bir mülhidin neşrettiği gibi gayesiz, tesadüfi zannederek, bütün musibetzedelerin elim zayiatını bedelsiz, hebaen mensur gösterip müthiş bir ye'se atarlar. Hem büyük bir hata, hem büyük bir zulüm ederler..." (Sözler, 14. söz, Hatime)
Gerçekten Üstad'ın da ifade ettiği gibi kainattaki hiçbirşey gayesiz ve tesadüfi değildir. Bu balıklarda anlatılanların tüm evrendeki herşey gibi hiç zorlanmadan büyük bir uyum içerisinde uygulanmasının tek bir açıklaması vardır: Bilinçli Yaratılış
Alabalıkların ihtiyacı olan bilgi, akıl ve irade kaynağı ne kendi vücutlarında, ne de taş, toprak, okyanus, çiçeklerin oluşturduğu kavramın adı olan "doğa"da bulunur. Sonsuz kudret, akıl ve iradenin gerçek Sahibi, evrende meydana gelen bütün şaşırtıcı olayların her aşamasında, kendi mutlak varlığının delillerini gözler önüne sermektedir.