HAFIZANIN KAYNAĞI
Allah (c.c)'ın insan beyninde yarattığı en büyük sırlardan biri hafızadır. İnsan her gün yeni bir güne başladığında, farkında olmadan, öğrendiği ve yaşadığı herşeyi hatırlamanın rahatlığını yaşar. Günün her anında, sahip olduğu hafızasından yararlanır. Gün boyu hafızasına yeni bilgiler yükler, gerekli olduğunda bunları hatırlar ve kullanır. Hemen her insan, daha önceden gördüğü binlerce yüzü ve işittiği sesi hatırlayabilir. Bunun yanısıra kendisine sorulan pek çok soruya son derece kolay ve hızlı cevap verir.
Hafızanın en önemli özelliği, hafızada saklanan bilgilerin istendiği anda bir saniye bile gecikmeden "bulunabilmesi"dir. İnsanın senelerce önce yaşadığı bir olayın hafızasında hiçbir eksiklik olmadan durması ve insanın bu olayı düşündüğünde şu anda yaşıyor gibi gözünün önünde canlanması, hafızadaki olağanüstü bir özelliği gözler önüne sermektedir. Peki bunca bilgi, insan vücudunun neresinde gizlidir? Yaşanan her an, beyinde nasıl saklanmaktadır? Bir insanın ortalama 60 sene yaşadığı düşünülürse, geçen onca senede yer alan her anın, beyinde bir yerde kaydedilip, saklanması mümkün müdür?
Bu sorulara cevap arayan pek çok bilim adamı tarafından, hafıza konusunda farklı teoriler öne sürülmüştür. En yaygın teoriye göre, hafızamızdaki bilgiler, beynin içindeki hücrelerde depo edilmektedir. Her hücre, sınırlı miktarda bilgi içerir. Bir başka deyişle, bir et parçasının içinde bilgi depo edilmektedir. Üstelik bu mucizevi olay cereyan ederken, bir de hücrelerin içindeki bilgiler, ihtiyaç duyulduğu anda anında bulunup zihinde canlanmakta, bu süreç esnasında ise hiçbir bekleme yaşanmamaktadır. Kısacası, insan hafızası, bir et yığını olan beynin çapının çok ötesinde işler başarmaktadır.
Ancak insan beynine bakıldığında, sadece sinir ağlarından ve kan damarlarından oluşan bir kütle ile karşılaşılır. Daha detayına inip mikroskopla incelendiğinde ise en fazla görülebilecek şey, sinir hücreleridir. Bu gerçeklerden de anlaşıldığı gibi hafıza ile ilgili fiziki sebeplerin açıklaması elbetteki tatmin edici değildir. Çünkü fosfor, yağ ve proteinlerden oluşan nöronların mutluluk, üzüntü, görme, işitme gibi kavramları yaşayabilmesi imkansızdır. Tamamı sinir hücrelerinden ve sinir hücresi bağlantılarından oluşan bir "et parçası"nın konuşmayı, okuma yazmayı, matematiği, fiziği ya da çok karmaşık bir bilgisayar programını öğrenmesi de elbetteki şaşırtıcıdır.
Bir "et parçası"nın içindeki ancak elektron mikroskobu ile görülebilen hücrelerde koku, ses, düşünce ve görüntü gibi sayısız bilginin saklanması ancak olağanüstü ve metafizik bir müdahalenin eseri olabilir. Ya da bir başka deyişle, söz konusu bilgileri saklayan ve hisseden varlık, bir "et parçası"ndan çok daha ötede, çok daha farklı bir varlık olmalıdır. Bu varlık ise beyin değil, insanın "ruhu"dur.
Nitekim Bertrand Russel, bu konu ile ilgili olarak şunları söyler:
"…bir kısır döngü içinde dolaşıp durduğumuzu görüyoruz: zihin bedenin bir türü müdür, beden ise zihnin bir icadıdır. Bunun doğru olamayacağı açıktır, dolayısıyla ne zihin, ne de beden olan, ama her ikisinin de kendisinden çıkabileceği başka bir şey aramamız gerekiyor."
B. Russel'ın da ifade ettiği gibi hisseden, hafıza denilen bilgileri yaşayan gerçekte beyin değil, insanın ruhudur. Ruhu yaratan ve bedeni onun iradesine veren güç ise, kainattaki her şeyi yoktan var eden, canlılara kendi izniyle ruh veren ve herşeye güç yetiren Allah (c.c)'tır. İnsanın tek bir hücresinde dahi meydana gelen tek bir olay yoktur ki, Allah (c.c)'ın kontrolü altında gerçekleşiyor olmasın. Allah (c.c) yaratmış olduğu milyarlarca insanın vücudunda oluşan, sayısal olarak hesaplama imkanı bulunamayacak olayların Yaratıcısı ve tek düzenleyicisidir.
Bir yaratıcının varlığını reddeden evrim teorisi ise bu meseleyi izah etmekten acizdir. Çünkü herşeyin maddeler yığınından ibaret olduğu görüşünü savunmakta ve manayı tamamen reddetmektedir. Halbuki insan, ruh sahibi bir varlıktır. Kendisine Rabbi tarafından verilen bu ruh ile hissetmekte, görmekte ve işitmektedir:
Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır. Sonra onun soyunu bir özden (sülale'den), basbayağı bir sudan yapmıştır. Sonra onu 'düzeltip bir biçime soktu' ve ona ruhundan üfledi. Sizin için de kulak, gözler ve gönüller var etti. Ne az şükrediyorsunuz? (Secde Suresi, 7-9)