DELİLSİZ BİR TEORİ - 2
Zaman daima Allah'ı inkar edenlerin aleyhine işlemektedir. Bunun en açık göstergesi inkarcıların dünya üzerindeki sonuç vermeyen çabalarıdır. İnsanlık tarihi boyunca bir grup Allah'ı inkar etmeye delil bulmak için uğraşmış ancak bu uğurda sadece kendi ömürlerini tüketmişlerdir. İddialarını doğrulayacak tek bir kanıt dahi elde edememelerine rağmen karşılarında tüm açıklığıyla duran yaratılış delillerine gözlerini tamamen kapamışlardır. Yaratılış gerçeği her geçen gün yepyeni ve olağanüstü etkileyici delillerle ispatlanırken, inkarcılar geçmişteki yanılgıları içinde sür-git kalmış, aynı iddiaları yüzyıllar boyunca tekrarlamışlardır.
Bir önceki yazımda bahsettiğim, evrim teorisini ispatlamak bir yana, evrimin aslında tamamen çıkmazda olduğunu açıkça gözler önüne seren konferansta, neredeyse her konuşma inkarcıların içine düştüğü yanılgıyı gözler önüne sermekteydi. Yıllardır tekrarlanmış ve bir mantığa dayanmayan, geçerliliğini tamamen yitirmiş olan evrim iddiaları, ilginçtir ki bazı çevreler tarafından hala savunulmaktaydı. Aslında temeli olmayan bir teoriyi, temeli olmayan delillerle ispatlamaya çalışmak oldukça zor bir iştir. Ancak bu çevreler bir türlü vazgeçemedikleri teorilerini savunmak için ellerinden geleni yaptılar. Ve başka çıkar yol bulamadıkları için, 'sözde delilleri'ni zoraki savunmaya çalıştılar.
Bu sözde delillerden bir tanesi, canlılığın temeli olan aminoasitlerin oluşumuna yegane ispat olarak öne sürülmüş olan Miller deneyi idi. Yaklaşık 50 yıl önce ortaya atılan bu deney aminoasitlerin "laboratuvar şartlarında" meydana getirilebileceğini öngörmekteydi. Buna göre "ilkel atmosfer" şartlarında canlılığın ilk kökeni meydana gelecekti. Bunun için "modern" laboratuvarın "modern" şartlarında, "modern" bir düzenek kurularak yapılmış olan Miller deneyi örnek olarak verilmekteydi. Normal şartlarda böyle bir düzenekte delil olmaktan çok teori ile "aykırılık" meydana getiren çok fazla yön vardı. Ama kendini yaratılışı kabul etmeme mücadelesine adamış olan bu insanlar, bu aykırı yönleri görmektense, "işlerine gelen" kısımları almayı uygun gördüler. Aykırılık yaratan noktaları gözardı etmeye özen gösterdiler.
Stanley Miller, deneyinde, ilkel dünyanın oluşumunda varolduğunu "tahmin ettiği" amonyak, metan, hidrojen ve su buharı karışımını kullanmıştı. Bunlar kendi kendilerine reaksiyona giremezlerdi. Bu nedenle buradaki enerjinin ilkel atmosferde yıldırımlardan kaynaklanmış olabileceğini "varsayarak" düzenek için bir elektirik deşarjı kullandı. Miller karışımı bir hafta süreyle 100 C suda kaynattı ve bu sıcak ortama elektrik akımı verdi. Ve sonuçta proteinlerin yapıtaşlarını oluşturan 20 çeşit aminoasitten üçünün sentezlendiğini gördü.
İddialarını destekleyecek zoraki bir delil arayışında olan evrim taraftarları, bu bulguya hemen sahip çıktılar. Uzun yıllardır aradıkları bir çıkış noktasıydı bu. Deneyin nasıl ve hangi şartlarda gerçekleşmiş olduğu önemli değildi. Bu 'sözde delil' de yine diğerleri gibi "aykırı" noktaları önemsenmeden kabul edildi. Hatta üzerine türlü senaryolar kuruldu ve canlılık "her nasılsa" oluşmuş oldu. Bu senaryoya göre ilkel atmosferde meydana gelen aminoasitler daha sonra rastlantılar ile uygun dizilimler meydana getirmiş ve proteinleri oluşturmuşlardı. Bu tesadüfen meydana gelen proteinler de kendi aralarında "karar vermiş" ve hücrenin farklı bölümlerini meydana getirmişlerdi. Canlılık, tesadüf eseri meydana gelen birkaç aminoasitin tesadüf eseri biraraya gelip sentezlenmesi ve tesadüfen proteinleri oluşturması ile başlamış oluyordu. Tek çıkış noktası da Miller deneyi idi.
Dikkat edilirse, canlılığın başlangıç noktası olarak ortaya atılan bu 'sözde delil', daha başlangıç safhasından itibaren tamamen tahminlere ve varsayımlara dayanmaktadır. Üstelik, bir çıkış noktası olduğunu kabul etsek bile, ortada deneyi tamamen geçersiz kılacak ve artık buna bilim adamlarının dahi rağbet etmemelerine neden olan önemli deliller vardır. Evrimciler her ne kadar görmek istemeseler de, yapılan bu deney aslında evrime delil teşkil etmek yerine canlılığın rasgele ortaya çıkışının imkansızlığını açıkça ortaya koymaktadır.
Öncelikle Miller deneyinde "Soğuk tuzak" isimli mekanizmayı kullanmıştı. Bu mekanizmadan faydalanarak aminoasitleri oluştukları ortamda tutmamış, onları bu ortamdan ayırmıştı. Çünkü aksi takdirde, o zamanki ortamın koşulları, bu molekülleri oluşmalarından hemen sonra imha ederdi. Oysa tamamen modern koşullar altında "düşünülmüş" olan bu düzeneğin varlığını kuşkusuz ilkel atmosferde tahayyül etmek imkansızdır. Bu, bilinçli bir düzenektir. Bu düzenek olmadan elde edilen aminoasitler aynı ortamda hemen parçalanacaklardır. Bunu bilen hatta bunu daha önce "tecrübe etmiş" olan Miller, deneyinde bu mekanizmanın gerekliliğini bilerek hareket etmiş ve mantıklı hiçbir açıklama getiremeden, deneyine bu sistemi dahil etmiştir.
Bununla beraber, Miller'in deneyinde gerçekleştirdiği ilkel atmosfer gerçekçi bir atmosfer değildi. 1980'lerde ortaya çıkan bu gerçeğe göre Miller, o zamanki ortamda bulunması gereken azot ve karbondioksiti gözardı ediyor, bunun yerine metan ve amonyak kullanmayı tercih ediyordu. Çünkü amonyak olmadan bir aminoasitin sentezlenmesi imkansızdı. Nitekim daha sonra hidrojen, azot ve su buharından oluşan bir atmosferde yapılan deneylerde tek bir aminoasitin oluşamaması da bu gerçeği net bir biçimde açıklamaktaydı. Üstelik bu gerçeği Miller'in kendisi de itiraf etmiş ve kullandığı atmosfer ortamının gerçekçi olmadığını kabul etmiştir. Ayrıca yaşları 3.5 milyar yıl olarak hesap edilen dünyanın en eski taşlarından anlaşıldığı üzere, ilkel atmosferde aminoasitlerin tümünü parçalayacak yoğunlukta oksijen bulunmamaktaydı. Çünkü taşlarda okside olmuş demir ve uranyum birikintileri bulunmaktaydı. Bunun yanısıra Miller deneyinde sadece aminoasitleri elde etmemiş, çok daha fazla miktarda canlıların yapı ve fonksiyonlarını bozucu özelliklere sahip organik asitler de oluşmuştu. Aminoasitlerle aynı ortamda bulunan bu organik asitlerin, bunlarla kimyasal reaksiyona girip parçalanmaları ve farklı bileşiklere dönüşmeleri kaçınılmazdı. Sonuçta bu ortam canlılık için elverişli bir ortam olmaktan çok, canlılığı tehdit edici bir ortam özelliğini taşımaktaydı.
Miller deneyi, evrim için bir delil olmaktan çok, evrimin yani tesadüflerin ne büyük bir çıkmazda olduğunu göstermeye yarayan bir deneydir. Ancak bu gerçeği kavrayamayan ve deneydeki tutarsızlıkları gözardı eden evrimciler, Miller'in kendisinin bile geçersizliğini itiraf ettiği bu deneyi hala evrim için bir delil olarak kullanmaktan çekinmemektedirler. Bu aslında açıkça bilinçsizliğin ve çaresizliğin bir göstergesidir. 21. yüzyıla girmek üzere olduğumuz bu tarihlerde dahi canlılığın başlangıcı olarak, geçersiz ve zorlama bir deneyi gösteren insanlar, kendilerini kandırmaktan öteye gidememektedirler. Çünkü ortaya atılan iddiaların geçersizliği ve mantıksızlığı aşikardır. Bu gerçeği kendileri de bilmektedir. Ancak yaşamlarında sürekli yaratılış gerçeği ile karşılaşan ve bu yöndeki çabaların üstünlüğünü gören bu insanlar, "inkarda direttiklerinden" bir çözüm bulamamakta ve her ne kadar bir mantığa bağlı olmasa da, asılsızlığı türlü çeşit yöntemlerle kanıtlanmış olan evrim gibi bir yanılgıyı savunmayı sürdürmektedirler. Bu muazzam delillere rağmen inkarda diretmeleri Kuran ayetinde şu şekilde açıklanmaktadır:
"Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkarda ayak direttiler." (İsra Suresi, 99)
Allah'ı inkar için yol arayanlar, kuşkusuz büyük bir çelişki içindedirler. Bunu n nedeni yaşamlarına yön veren temel inanışlarının hiçbir dayanağının olmamasıdır. Kendilerine seçtikleri yolun yanlışlığını anlayamamaktadırlar. İşte bu nedenle daima yenilgiye uğrayacak, Allah'ın üstün yaratmasına teslim olacaklardır.