ALLAH ÖRNEKSİZ YARATANDIR
Yüzyılın başından bu yana modern bilimi, seküler düzenin temel dayanağı gibi gösteren bazı çevreler, kitle iletişim araçlarının hemen hemen tümünü kullanarak toplumlara, bilim dünyasının Allah'tan bağımsız olduğunu empoze etmeye çalışmışlardır. Halbuki insan, bilimin her alanında, ancak Allah'ın kendisine vermiş olduğu yetenekler doğrultusunda yeni ürünler tasarlayabilmekte ve bunları üretebilmektedir. Ancak kendilerini yaratan Rablerine karşı sorumlu olmadıklarını düşünen insanlar için, sahip kılındıkları bu yetenekler, yalnızca Allah'a karşı "büyüklenme" sebebi olarak kullanılmaya başlanmıştır.
Oysa aciz bir varlık olarak yaratılmış olan insan için, öğrendiği bilgileri ve becerileri kendisine mal etmesi, yapmış olduğu teknolojik ürünleri kendi iradesi ve aklı ile yaptığını düşünmesi, son derece zahiri bir kanıdan ibarettir. Çünkü insanoğlunun, zekasının kaynağı olarak düşündüğü beyni, onun kendi kontrolünde varolmamıştır. Dünyanın en zeki bilim adamının beyni dahi; bir kemik kütlesinin içindeki sulu ortamda bulunan bir miktar protein lifinin birleşimidir. Kendine ait olduğunu iddia ettiği, bu beyaz görünümlü kütlenin içindeki sinir ağının birleşim şekli konusunda, hiç bir insan söz sahibi olamamıştır. Hatta milyarlarca sinirin birbirine bağlanmasından meydana gelen bu ağdaki en ufak bir yanlışlık, o insanın ölünceye kadar sakat kalmasına ya da akli bir rahatsızlığı olmasına sebep olacaktır. Ama hiç kimse kendi beynindeki, böyle bir aksamayı engellemeye yetecek bir güce de sahip değildir.
Ayrıca bu sinirler, kendi kendine düşünme, sonuç çıkarma ya da kavrama yeteneğini oluşturabilecek bir şuura sahip değillerdir. Bu sinirlerin tümü cansız bir et yumağından ibarettir. O halde zeka insanın beyniyle değil ruhuyla alakalıdır. Bu nedenle bilimsel keşifler yaptıkları için sevinen ve bunu kendi zekalarıyla yaptıklarını zannedenler, bu keşifleri sadece Allah'ın kendilerine öğrettiği bilgileri kullanarak yapabilirler. Çünkü hiç bir insanın beyninin içindeki sinir lifleri, herhangi bir keşif yapabilecek ya da herhangi bir bilgiyi kavrayabilecek güce ve şuura sahip değildir. Bu beyin, dünyanın en zeki tanınan insanına ait olsa bile.
Günümüzde bilimadamları, doğadaki mucizevi sistemleri örnek alarak, birçok yeni ve orjinal ürün tasarlamaktadır. Çünkü insanın büyük bir bilgi birikimi ile yıllar süren teknolojik gelişmeler sonucu üretmiş olduğu birçok buluş, doğada en mükemmel şekli ve dizaynı ile milyonlarca yıldır varlığını sürdürmektedir. İşte doğadaki bu büyük kaynağı gören bilimadamları, canlılardan yola çıkarak yeni buluşlar yapmaya yönelmişler ve yeni icatlar için bu varlıklardan olabildiğince en üst seviyede faydalanmaya çalışmışlardır. Böylece ancak doğadaki örneklerden yola çıkarak, yeni modeller geliştirebilmişlerdir.
Bunlardan biri, gemilerin bulundukları yeri tespit etmek, büyük balık sürülerini saptamak ve su derinliğini ölçebilmek için geliştirilmiş olan "Sonar Sistemi" adı verilen tekniktir. Buna göne geminin içinden deniz dibindeki herhangi bir cismin yerini öğrenebilmek için, gemiden, belirli yönlere doğru yüksek frekanslı ses titreşimleri gönderilmektedir. Yankılanıp geriye dönen ses dalgalarının dönüş doğrultusu ve zamanı tespit edilerek, su altındaki cismin yeri tespit edilebilmektedir. Aynı zamanda bu cismin gemiye uzaklığı ve bulunduğu doğrultu da tespit edilebilmektedir.
Bu mükemmel buluş, bazı çevreler tarafından bilimadamlarına ait bir keşif olarak tanıtılmıştır. Halbuki bilimadamları, teknoloji alanında yapılan pekçok buluş gibi, Sonar Sistemini de, milyonlarca yıldır denizlerde yaşamını sürdüren yunus balıklarının baş kısımlarını inceleyerek ortaya çıkarmışlardır. Yunus balıkları, başlarındaki bu olağanüstü özellik sayesinde, saniyede 200.000 titreşime sahip ses dalgaları yollarlar. Bu titreşimlerin yardımıyla sadece yollarındaki engelleri hissetmekle kalmayıp, aynı zamanda yankının özelliklerinden, söz konusu olan cismin yönünü, hızını, bulunduğu yeri, büyüklüğünü ve şeklini dahi ayrıntılarıyla hesaplayabilirler. Yunuslardaki bu mucizevi sistemi farkeden bilimadamları ise, bu özelliği yalnızca yapmış oldukları basit teknik aletlere uygulayabilmişlerdir.
Bir diğeri de ancak ileri bir teknik ve üstün bir zekanın birleşimi ile tasarlanmış olabileceği zannedilen, ancak sanılanın aksine bütünüyle doğadan kopyalanmış bir sistem olan "radarlar"dır. 20.yy içerisinde keşfedilebilen radarlar, bilim dünyasından insanlığa büyük bir hizmet olarak sunulmuştur. Uzaktaki cisimlerinin yerlerini tespit ederek, bulundukları koordinatların tam olarak öğrenilebilmesini sağlayan radarlar sayesinde, savaşta düşman uçaklarının yerlerinin saptanmasından astronomi alanındaki araştırmalara, orman yangınlarının denetiminden aşırı hız yapan otomobil ve otobüs gibi kara araçlarının yakalanmasına kadar her alanda önemli ölçüde ilerleme kaydedilmiştir. Ancak insanlık için son derece yararlı bir gelişme olarak kaydedilen bu buluş, bilimadamlarının birdenbire ortaya atarak buldukları bir sistem değildir. Bilimadamları bu sistemi, görme duyuları 'kör' denebilecek kadar zayıf olan ve saniyede 20.000 titreşimin üzerinde ultrason denilen ses dalgaları yayarak, bu titreşime göre havadaki ve yerdeki engelleri belirleyebilen yarasaları taklit ederek yapmışlardır. İşte radarların çalışma prensipleri de bu sistem üzerine kuruludur.
Diğer yandan, genelikle astronomi araştırmalarında kullanılan teleskoplar da, uzakta bulunan cisimleri büyüterek daha net görülmesini sağlamıştır. Ancak varolan mercek sistemiyle istedikleri gibi bir sonuç elde edemediklerini gören ve özellikle uzaydaki kayıp alanların bulunabilmesi için çok daha ileri bir sisteme ihtiyaç olduğunu anlayan bilimadamları, bunun için yeni bir teknik araştırmaya başlamışlardır. İşte burada da devreye gene, Allah'ın, doğada varolan canlılara ilham ettiği teknikleri gözlemlemek girmiştir. Teleskobun merceği geliştirilirken, astrofotografi alanında uzaydaki kayıp alanların da bulunması için en mükemmel dizaynı araştıran bilimadamları, bu dizaynı yüzbinlerce yıldan beri var olan arı kovanlarında bulabilmişlerdir. Gökcisimlerinden gelen X ışınlarını çekmek için geliştirilen uzay teleskobunun merceği, arı kovanlarından ilham alınarak altıgen şeklindeki aynalardan üretilmiştir. Ancak altıgen şekil ile, teleskobun geniş bir görüş alanına sahip olması sağlanarak kayıp alanlar bulunabilmekte ve bu şekil, teleskobun genel yapısını kuvvetlendirmektedir.
Bilim alanında büyük yankı uyandıran olaylardan biri de; modern uçakların yapım alanında, Mc Donald Douglas'ın üst bir teknoloji kullanarak "Orient Express" adlı bir uçak tasarımı gerçekleştirmesidir. Havada uçarken karşılaştığı hava direncinin minimum seviyede olmasını sağlayan ve yassı olan biçimi ile sesten yaklaşık 2 kat daha hızlı uçabilen bu model, ilk çıktığı günden itibaren, yapılış stili ve dizaynı ile tüm dünya çapında büyük bir ilgi görmüştür. Pekçok kişi, bu tasarımı yapan kişiye büyük övgüler yağdırmış, onu bu başarısından dolayı kutlamışlardır. Halbuki Mc Donald Douglas, bu uçağın dizaynını önünde hiçbir model olmadan birdenbire ve kendi kendine oluşturmuş değildir. Uçağa hangi şekil verildiğinde hava direncini kırabileceğini araştırıp bulduğu model, küçük bir "kedi balığı"nın vücut şeklinden taklit edilmiştir. Yassı biçimi ile, hidrodinamik açıdan son derece elverişli olan kedi balığının vücudu, bu tasarım için taklit edilebilecek mükemmel bir kaynak olmuştur.
Bu konuda verilebilecek örneklerden biri de, Paris'de dünyaca ünlü Eyfel Kulesine ait olan özel tasarımdır. Maurice Koechlin bu ünlü kulenin projesini çizerken, kendisine model olarak, vücudun en hafif ve en dirençli kemiği olan uyluk kemiğini aldığını söylemiştir. Uyluk kemiğini inceleyen Koechlin, boru şeklinde ve içi iğli olan bir yapı ile karşılaşmıştır. Bu yapı, kemiklere esneklik ve hafiflik kazandırırken, sağlamlığından da hiçbir şey kaybetmemektedir. İşte kemiğin bu yapısını Eyfel Kulesine uyarlayan Koeclin, sonuçta kendiliğinden havalandırmalı, malzemeden tasarruflu ve sarsılmaz bir mimari ortaya çıkarmıştır.
Bilimadamlarının yüzyıllardır yapmış oldukları tüm bu buluşlar, gerçekte bilime ait eserler değil, insanların öğüt alıp düşünebilmeleri ve büyük kudreti görebilmeleri için varolan herşeyi kusursuzca yaratan Cenab-ı Allah'ın eserleridir. Dünya üzerindeki hiçbir insan, örneksiz olarak yeni birşey icad edemez. Çünkü bu özellik "Bedi" sıfatı ile yalnızca Cenab-ı Allah'a mahsus olan bir özelliktir. Allah'ın yaratmasındaki mükemmeliği daha iyi anlayabilmek için, yarattığı canlıları incelemek gereklidir. Çünkü Allah'ın sanatı, yarattığı milyarlarca canlı üzerinde sayısız farklı şekillerde tecelli etmektedir. Kur'an-ı Kerim'de de ifade edildiği gibi, tüm insanlık için canlılarda büyük bir ibret ve ders vardır.
"O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir." (Haşr Suresi, 24)