Pozitivist yöntemi benimseyen bilimadamları, "bilimsel" ya da "deneysel" bilgilerin, insanlığın yegane yol göstericisi olduğuna inanmakta ve doğanın bir Yaratıcı tarafından yaratıldığını reddetmektedirler. Ne var ki, savunulanın aksine deneysel bilgi, ancak deney yoluyla ispatlanabilen ve hata payı oldukça büyük olan bir bilgiyi ifade eder.

Teknik anlamda ele alındığında, sıvıya batırılmış olan katı bir cismin, o sıvı içinde bulunan kesiminin hacmindeki sıvının ağırlığına eşit olan bir kuvvet, gemileri suyun yüzeyine kaldırabilmektedir. Ne var ki, akıl ve basiret yönünden ele alındığında, tüm insanlık tarafından doğal bir olay olarak karşılanan bu izahın, aslında ne kadar mucizevi olduğu ile karşılaşılır. Çünkü her molekülü iki hidrojen ve bir oksijen atomundan oluşan şeffaf bir sıvının, ağırlığı 95.000 tona ulaşan, üzerinde 5000 kişiyi taşıyabilen, bunun yanısıra yine tonlarca ağırlığında onlarca uçağı üzerinde barındıran bir demir yığınını kaldırabilmesi gerçekten de mucizevidir.
Günümüzde, binlerce kişinin çalıştığı büyük tersanelerde yapımı sürdürülen gemilerin, denize indirilişleri esnasında birçok güçlükle karşılaşılır. Bu demir yığınları ancak, birçok vincin biraraya gelmesinden oluşan büyük bir güçle yerlerinden oynatılabilirken, saydam bir sıvının üzerinde batmadan durabilmektedirler. Dev tankerlerden trol gemilerine, askeri gemilerden tonlarca ağırlığındaki uçak gemilerine kadar birbirinden çok farklı boyutlarda ve ağırlıklarda inşa edilen gemiler, Cenab-ı Allah tarafından insanların emrine sunulmuştur.
"...Ve O'nun emriyle gemileri, denizde yüzmeleri için size, emre amade kılandır..." (İbrahim Suresi, 32)
İnsanlar günlük hayat akışında normal bir olaymışçasına, her gün bu dev yığınların üzerinde işyerlerine yahut bundan daha da önemlisi denizaşırı ülkelere yolculuk ederler. Gemilerle günlerce, saatlerce taşınan bu insanların gözlerinin önünde, Allah'ın büyük bir ayeti tecelli etmektedir. Denizin üzerinde yüksek dağlar gibi seyir yapan gemilere, insanların Allah'ın fazlından araması için boyun eğdirilmiş ve deniz üzerinde akıp gitmeleri O'nun emri ile mümkün olmuştur.
İşte bu sebepten dolayıdır ki, öncelikle "ilahi" bir bilim anlayışının edinilmesi gerekmektedir. Pozitivist bilimi kendisine kıstas alarak, tüm evreni bu görüşe göre yorumlamak değil, Allah'ın varlığının ve sonsuz yaratma gücünün farkında olarak denizde akıp gitmekte olan tonlarca ağırlığındaki demir yığınlarının nasıl yüzdüğüne cevap aramak en doğrusu olacaktır. Kaldı ki bu yol içerisinde düşünen insan için Allah Kur'an-ı Kerim'de, bu sorunun cevabını çok açık bir biçimde ifade etmektedir:
"Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır." (Lokman Suresi, 31)
Kanunları doğanın oluşturduğuna inanmak, doğaya bir ilahlık atfetme nedeniyledir. Oysaki herhangi bir şeyin kendi kendini yaratması diye birşey sözkonusu olamaz. Doğa yalnızca çevremizde görmekte olduğumuz düzenin tümüne konulmuş bir isimden ibarettir. Doğa veya tabiat olarak adlandırılan bu bütünün bir ruha ve bir yaratma gücüne sahip olamayacağı düşünen insanlar için çok aşikardır.
Ancak açık bir şuurla ve tüm telkinlerden arındırılmış özgür bir akılla düşünüldüğünde suyun nasıl böyle bir güce sahip olabileceği sorusuna doğru bir cevap verilebilir. Tabii ki sebeplere bağlı olarak yaratılmış dünya ve onun içindekiler, yukarıda da belirttiğimiz gibi ancak özgür ve sadece Allah'a bağlanmış bir akılla düşünüldüğünde sırlarını açmaya başlar. Bu sırların özünde ise kendilerine benlik verilmeye, gerçekte bir güçleri varmışçasına onları çok aşan yetenekler yakıştırılmaya çalışılan tabiat ve onun içindekilerin sadece onları yaratan Allah'ı tesbih etmek, O'nun gücünün delillerini oluşturmaktan başka bir amaçları yoktur.
Dünyadaki canlı cansız herşey biçimini, özelliklerini, yeteneklerini ve diğer sahip olduğu herşeyi sadece Yüce Allah'tan alır. Yaratılmış olan irili ufaklı herşeyin temel taşı olan atomun veya en basit bir hücrenin bile bir insan tarafından oluşturulma hatta kopyalanma imkanı yoktur. Yine en mükemmel biçimde yaratılmış olan insanın değil atom veya hücreyi yaratmak kendi zekasıyla yeni bir renk veya şekil dahi yaratamadığı düşünülürse bu durum çok daha açık kavranabilir.
Birbiriyle müthiş bir uyum içindeki bu düzeni kuran, doğanın kendisi değil, tüm kainatın yaratıcısı olan Cenab-ı Allah'tır. "Doğa kanunları" diye ifade edilen de, doğanın kendi kendine koyduğu kurallar değil ancak Allah'ın özel olarak bir hikmet üzere meydana getirdiği ve canlılar arasındaki ilişkileri düzenleyen sebeplerin adıdır