DARWİNİZM'İN KISIR DÖNGÜSÜ -1
20. yüzyılı diğer asırlardan farklı kılan en önemli özellik, bu dönemde insanlığın ulaştığı teknoloji ve bilgi birikimidir. Bu iki büyük güç sayesinde, yüzyıllardır adeta birer kanun gibi kabul edilen ve bilim adı altında kesin gerçeklermiş gibi topluma sunulan felsefelerin yanlış olduğunu ortaya çıkmıştır. 1900'lerin özellikle ikinci yarısında teknolojide kazanılan ivme, bilimsel dogmaların da bir bir su yüzüne çıkmasına neden olmuştur.
17. yüzyılda Newton'un kanunları kesin doğru olarak kabul görürken, 20. yüzyıla gelindiğinde doğanın yapıtaşı olan atom parçacıklarının Newton Yasalarına meydan okuduğu anlaşılmıştır. Büyük bir bilim adamı olarak kabul edilen Newton'un teorileri, işte bu nedenle rafa kaldırılmıştır. Bugün evrenin sırları, evrendeki tüm varlıklar için geçerli olabilecek başka bir tezle, Kuantum teorisi ile açıklanmaya çalışılmaktadır. Teknoloji ve bilim ilerledikçe, insanoğlunun bilgi birikimi arttıkça, bir dönem için kesin olarak kabul edilen, sadece bilimin değil kültürlerin hatta ideolojilerin şekillenmesinde rol oynayan tezler de yerini, yenilerine bırakmaya mahkum olmuşlardır.
19. yüzyılda ortaya atılan ve 20. yüzyılı etkisi altına alan bir başka teori de "Evrim Teorisi"dir.
Darwinizm, sadece bilimi değil, toplumların hayat felsefelerini de derinden etkilemiştir. 19. yüzyılın son derece kısıtlı ve yetersiz olanakları içinde ortaya atılan teori, bilgi çağının ileri teknolojisinin yanısıra, tıpta, biyolojide, kimyada, anatomide katedilen dev mesafe içinde boğulup gitmiştir. Darwin'in ortaya attığı tez ölü bir teori olarak doğmasına rağmen, özellikle naturalist/ateist felsefecilerden ve bilim adamlarından aldığı destekle topluma empoze edilmiştir. 19. yüzyılın asrımızla kıyaslanamayacak şartlarında tamamen gözlem ve kişisel fikirlerden yola çıkılarak üretilen evrim teorisinin bilimsel bir dayanağı yoktur. Teorinin temelini oluşturan hücreye ve genlere ait bilgilere ancak 1900'lerde ulaşılabilmiştir. Geçen yüzyılda hücrenin yapısı ile ilgili bazı adımlar atılmasına rağmen, teknolojik yetersizlik, bilgideki eksiklik hücrelerin kompleks yapılarının ancak 20. yüzyılda anlaşılabilmesine neden olmuştur.
19. yüzyılda Darwin evrim teorisi üzerindeki çalışmalarına devam ederken, bilim dünyasına Ernest Haeckel'in görüşü hakimdi. Mikroskobun sağladığı sınırlı hücre görüntüsünden yola çıkarak Haeckel, hücrenin "çeşitli karbon kombinasyonlarından oluşan basit bir yumru" olduğuna inanıyordu. Bu nedenle Haeckel'e göre, böyle basit bir organizma, iç organları olmadığı için kolaylıkla bir metalden meydana gelebilirdi. Bugün 20. yüzyılın bizlere sağladığı teknolojik ve bilimsel gelişmeler ışığında, Haeckel'in iddialarının hiçbir geçerliliğinin kalmadığını biliyoruz.
Evrim teorisinin hangi bilimsel şartlar altında ortaya atıldığına göz atmakta fayda bulunmaktadır. Örneğin 1800'lerin ortalarına kadar böceklerin ve diğer küçük hayvanların yiyecek artıklarından meydana geldiği zannedilirdi. Bilim adamları da dahil olmak üzere, herkes cansız maddelerden canlılığın oluştuğuna inanmaktaydı. Zira bu dönemde hayvanların yapısının oldukça basit olduğu düşünülüyordu.
19. Yüzyılın en önemli eksikliklerinden birisi de mikroskobik hayatı inceleyecek iyi bir yöntemin olmamasıydı. Mikroskop daha önceki asırlarda keşfedilmesine rağmen, yetersizdi. Mikroskoplarda renklerle ilgili sapmalar oluyor, mikroplar ancak birer karaltı olarak görülebiliyorlardı. Hücrelerin dış hatları anlaşılabilmekte, bazen çekirdekleri de görülebilmekteydi. Ancak canlılığın yapıtaşlarına ilişkin ulaşılabilen bilgi bundan ibaretti. Hücredeki DNA'nın vücut içindeki görevlerini anlamanın bile ancak 1970'lerde mümkün hale geldiği göz önünde bulundurulursa 19. Yüzyıldaki bilgi birikiminin kısırlığı daha iyi anlaşılır. Tıp alanında da sığ bir anlayış vardı ve son derece ilkel tedavi yöntemleri kullanılmaktaydı. Örneğin, 1891'de Paris'te, doktorlar tüberküloz hastalarına keçi kanı vererek hastalığı geçirmeye çalışıyorlardı.
Darwin'in teorisini destekleyen tüm fikirlerin teker teker çöktüğü bilgi çağında, 19. Yüzyılın ilkel ortamında ortaya atılan Darwinizm'in hala yaşadığını ve evrendeki canlılığın cevabı olduğunu düşünmek, bir anlamda bilimin gereklerini göz ardı etmektir. Darwin, canlıların birbirlerinden türediklerine ve binlerce yıl alan bu evrimleşme süreci sırasında da içinde bulundukları şartlara ve ihtiyaçlarına göre fiziksel ve fizyolojik olarak kademe kademe değiştiklerini iddia etmektedir. Michael Behe'nin "Darwin'in Kara Kutusu" isimli kitabında kullandığı "fare kapanı" örneği, bu durumu gayet güzel açıklamaktadır. Şöyle ki; kurbanını yakalaması için gereken düzeneğin eksik olduğu bir fare kapanı düşünün. Hangi evrimci bilim adamına sorarsanız sorun, eksik parçaları olan bir fare kapanının, tüm ayrıntıları tamamlanıncaya kadar işlevini yerine getiremeyeceğini kabul edecektir. Üzerindeki demir teli olmaksızın ya da tahtası monte edilmeksizin, yay aksamı eklenmeksizin bir kapanın görevini yerine getirmesini bekleyemeyiz. Aynı durum doğadaki canlılar için de geçerlidir. Ancak konu, canlı varlıkların da aynı kapan örneğinde olduğu gibi bir bütün olarak çalıştığı ve parçaları eksik olduğu takdirde hayatta kalma imkanının olmadığı fikrine gelince, evrimciler basit bir kapanda bile gördükleri gerçeğin, canlılar için geçerli olmadığını savunmaktadırlar.
Oysa insan vücudundaki her parça birbirine en uygun olacak, birbirini tamamlayacak şekilde meydana gelmektedir. Örneğin, ana rahminde hızla büyüyen bir ceninin gözleri ayrı, beyindeki görme noktası ayrı bir gelişim süreci geçirmesine rağmen birbirlerini tamamlamaktadırlar. Beyne has nöron olarak adlandırılan hücrelerin, vücuttaki diğer kısımlarla bağlantıyı sağlayan akson isminde uzantıları bulunmaktadır. Beyinden göze ulaşan akson 2 cm uzaması gerektiğini hesaplayabilmekte, öte yandan bacağa uzanacak bir akson da çok daha uzun olması gerektiğini bilmektedir. Bir canlı bedenindeki bütün parçalar birbirini tanımakta, iletişim kurabilmekte ve bir bütünün vazgeçilmez parçalarını oluşturmaktadır. İşte Darwin'in kısırdöngü buradadır.